X

Türkiye’de Mülteci Kalmak: 5 yılda ne değişti?

Kayseri’de Suriye uyruklu olduğu açıklanan bir kişi, küçük yaştaki bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiasıyla tutuklandı. İddia sonrasında Pazar gecesi Kayseri’de başlayan şiddet olayları farklı kentlere yayıldı. Türkiye genelinde bazı illerde mültecilere ait ev ve işyerlerine saldırılar düzenledi, araçları kundaklandı.

Türkiye’de başlayan olaylar Suriye’ye de sıçradı. Suriye’nin El-bab, Afrin ve İdlib şehirlerinde Türkiye’deki Suriyelilere yapılan saldırılar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beşar Esad yakınlaşmasına tepki gösteren muhalif gruplarlar Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)’ne yönelik saldırılar düzenledi. Türkiye’den giden Tırlar ve Türkiye’ye ait binalar kullanılmaz hale getirildi.

Dün gece saatlerinde ise Antalya’nın Serik ilçesinde bir grubun bıçaklı saldırısına maruz kalan 15 yaşındaki Suriyeli Ahmet Handan El Naif kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Türkiye’de mültecilerin durumuna ilişkin  17 Haziran 2019 tarihinde “Türkiye’de Mülteci Kalmak”  başlığıyla Enternasyonal Haber’deki köşemde bir yazı kaleme almıştım. O gün doğan çocuklar bugün 5 yaşına bastı. Aradan geçen 5 yılda Dünya’da birçok şey değişti; yeni savaşlar başladı, cepheler açıldı. İnsan Haklarına yeni tanımlar getirildi. Kadınlar ve çocuklar için yeni yasalar tasarlandı.

Mültecilerin durumu ise hiç değişmedi. Bu nedenle  5 yıl önce kaleme aldığım yazıyı bir tek harfini bile değiştirmeden tekrar takdirinize sunuyorum.

” 8 Yılı aşkın süredir devam eden Suriye iç savaşı milyonlarca insanı göçe zorladı. Bu zorunlu göç demografik sorunlardan çok ötede psikolojik ve sosyolojik etkisini Dünya arenasına taşıdı. Öyle ki bugün Dünya Savaşı Provaları tanımını üretilmiş komplo teorileri veya tezlerden başka bir boyutta herkesçe kabullenilen varsayıma dönüştürdü. İç savaşın ağır tahribi ve baskısı Suriye halklarını göçe zorlarken Ortadoğu’nun nispeten Avrupai ve refahın yönü olarak görülen rotanın ülkesi Türkiye bu göçün merkezi haline geldi.

Acil alarmı geciktirmeyen Uluslararası kuruluşlar ve Kıta Avrupa’sı de facto önlemler ile milyonlarca Suriyeli vatandaşı Suriye ve Avrupa arasındaki bloğa hapsedip Türkiye topraklarında yaşamaya mecbur bıraktı. 12 Eylül ideolojisini henüz sindirememiş Türkiye halkları, farklılıkları anarşi görme yitisini canlandırdı. Önceleri mağdur ve misafir gördüğü bu mülteci halkı çeşitli çevrelerce kira ödemeyen kiracı, zoraki konuk olarak tanımlamaya ve dışlamaya başladı. Savaşın ağır koşullarından kaçıp sığındıkları ülkede savaşın bir başka boyutu gözleri önüne serilen bu topluluk uyum sağlamaya çalıştıkları Türkiye’de dışlanan yok sayılan bir topluluk haline gelmiş ve aynı ölçüde karşılık vermek ile refahı öngördükleri ölüm yolculukları arasında tercih yapmıştır.

Zamanla uyum sağlayamadıkları var olduklarını unuttukları bu ülkede kuralsızlaşmış etraflarında yaşayan insanları yerli halktan ötede bir yabancı gibi görmeye yahut görmemeye yoğunlaşmışlardır. Otobüsün istenmeyen yolcuları yerine otobüs sahibi, parkların, caddelerin, sokakların mültecileri yerine demirbaşları gibi davranmak savaşta her şeyini yitirmiş bir topluluğun özgürlüğü kazanma arzusundan başka ne ile açıklanabilir ki?

Kaybettikleri Tartus sahillerinde yapamadıklarını aynı denizin bir başka kıyısında yapmaya çalışmaları Türkiye’nin kıyı şehirlerinin elit kesimini rahatsız ediyor ve klasikleşmiş geleneksel yöntemleri ile tehlikeli gördükleri bu halklarla aralarında sınır çizgileri oluşturmaya çalışıyorlar.

Şanlıurfa ve Gaziantep pavyon kültürüne sermaye diye sunulan, Fuhuşa zorlanan Suriyeli kadınların ve yalın ayak, dımdızlak sahile vuran çocuk bedenlerinin ölümünden hiçbir pay çıkarmadan kuralsızlaştırdığımız bu toplumu tartışıyor alanlarını kısıtlamak için çaba sarf ediyoruz.

Görünen o ki 25 Ocak 1991’de kalkan Kürtçe konuşma yasağından bugüne sadece elbiseleri değiştiriyor ama aynı atletle donu giymeye devam ediyoruz”