Ana Sayfa Özel Haber 13 Temmuz 2025 28 Görüntüleme

Türkiye’de sanat Kürt sanatçılar için bir çifte engel

Türkiye'de sanatçılar baskıyla karşı karşıya ancak Kürt sanatçılar hem dilleri hem kimlikleri nedeniyle çifte sansür yaşıyor

Rojan Mamo

Türkiye’de sanatçılar artan baskılarla karşı karşıya. Sanatsal ifadelerin suç unsuru sayılması, konser yasakları, toplatma kararları ve sanatçılara yönelik gözaltılar, ifade özgürlüğünü ciddi şekilde tehdit ediyor.  Ancak en büyük zorluklardan biri, Kürt sanatçılar için daha belirgin hale geliyor. Kürt sanatçılar, yalnızca sanatsal faaliyetleri nedeniyle değil, aynı zamanda ayrımcı politikalar ve dil yasaklarıyla da karşı karşıya kalıyorlar

Geçtiğimiz aylarda, konserleri iptal edilen ve sanatsal faaliyetleri gerekçe gösterilerek gözaltına alınan Kürt müziği sanatçısı Azad Bedran Kızılkar da bu baskı ve kısıtlamalara maruz kalanlardan biri.

Bu çağda, dünyanın “uzay çağı” dediği, yeniliklerin çığır açtığı bir dönemde bu konuyu konuşmanın, en hafif tabiriyle kendisini üzdüğünü ifade eden Kızılkar, şunları söylüyor:
“Hâlâ yasakların, baskıların, gözaltı ve cezaevi durumlarının yaşanması, dayatılması gerçekten bir müzisyen olarak beni üzüyor. Gençler adına, gelecek adına üzülüyorum. Bunun özel bir sebebi de var tabii. Rahmetli babam kasetçiydi; 90’larda Kürtçe kaset sattığı için tutuklanmıştı. Ben doğduğumda cezaevindeydi. Aradan 30 yıl geçti, ben Kürtçe müzik yaptığım için gözaltına alındım ve iki konserim yasaklandı.”

Azad Bedran

Bu durumun, yüzyıllardır devam eden bir asimilasyon ve devlet politikası olduğunu da belirten Kızılkar, sözlerine şöyle devam ediyor: “Kürt kültürünü ve sanatını bitirmek ve asimile etmek istiyorlar. Çizdikleri bir sınır var, ki eskiden o bile yoktu. ‘Bu çerçevede sanat yapacaksınız,’ diyorlar ve bu kavga devam ediyor. Ancak şöyle bir fark var: Kürtler artık eski Kürtler değil. Çizdikleri sınırları aşan, ulusal anlamda güç kazanan bir kültür var ve buna engel olmak artık ne yeterli ne de çözüm. Her ne olursa olsun, barıştan başka söylenecek bir söz ve yapılacak bir şey kalmadı.”

“Kürtçe bir film her tür yarışa geriden başlamak zorunda bırakılıyor”

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “ticari dolaşıma uygun olmadığına” karar vererek yasakladığı Rojbash filminin senaristi ve yönetmeni Özkan Küçük, Kürt sanatçılara uygulanan baskının ayrımcı politikalardan kaynaklandığını belirtiyor. Onlarca filmin yapımcılığı, senaristliği ve yönetmenliğini üstlenen Küçük, Mezopotamya Kültür Merkezi bünyesinde çalıştığı için Kürt sanatçıların karşılaştığı çeşitli sansür, baskı ve gözaltı vakalarına uzun yıllar boyunca tanık olduğunu söylüyor. İlk kısa filmini OHAL koşullarında çektiğini ifade eden Küçük, o günleri şöyle anlatıyor:

“Mezopotamya Sinema Kolektifi olarak ilk kısa filmimiz Ax (Toprak)’ı 1999 yılında çektik. Çekimlerini yapmak için hikâyenin geçtiği topraklara, o günkü OHAL koşulları nedeniyle gitmeyi dahi düşünemedik. İç Anadolu’da, Kürt köylerine benzer dokusu olan bir köyde farklı bir senaryo ile çekimlerini yarı gizli gerçekleştirebildik. Kurgu aşamasında çalıştığımız stüdyo, filmin seslendirme aşamasında Kürtçe olduğu anlaşılınca bizi nazikçe kovdu. Çok sayıda stüdyonun kapısından, Kürtçe olduğu için çevrildik. Bir şekilde filmi bitirebildiğimizde ise önce Ankara Film Festivali’nde sansüre uğrayarak programdan çıkarıldı (dönemin festival başkanı Mahmut Tali Öngören, sonradan bu konudaki üzüntüsünü bir yazıda dile getirmişti), daha sonra da Kültür Bakanlığı’nca yasaklandı. Aynı dönemlerde yapım sürecinde birlikte çalıştığım Özcan Alper’in ilk filmi olan Momi (Büyükanne) de 2000 yılında aynı şekilde yasaklandı. Hemşince yapılmış ilk film olan Momi, Hemşin yaylalarında bir günü anlatan bir kısa filmdi ve senaryosunu Özcan Alper’le birlikte yazmıştık. Sonradan filmin oyuncuları dahi sorguya çekildi ve haklarında davalar açıldı.”

Aradan geçen bunca yılın ardından, Rojbash filminin de aynı kaderi yaşadığını belirten Özkan Küçük, bugün yaşadığı durumu da şöyle anlatıyor:
“Filmi sinema salonlarında göstermek üzere bakanlığa tescil ve sınıflandırma başvurusu yaptım. Sınıflandırma sonucunu beklerken filmin yasaklandığını öğrendim. Bakanlığa karşı, yürütmeyi durdurma talebiyle dava açtık. Bu baskıların arkasındaki temel dinamik, Cumhuriyet’in kuruluşunun temelinde yatan ve başka halkların temel haklarını dışlayan yapıda gizli. Bu dışlama öyle bir noktaya gelmiş ki, baskı altındaki bir dili, Kürtçeyi savunanlar, tersinden bir denklemle ‘ayrımcılık’ yapmakla suçlanabiliyor! Kürtçe yapılmış bir film, festivallerden başlayarak gidebileceği her yerde dışlanıyor ve sadece Kürtçe olduğu için kuşkuyla bakılıyor.

Kültür Endüstrisi (sinema sektörü), devletten daha fazla devletçi davranarak herhangi bir Kürt filminin yollarını daha baştan kapatıyor. Bu yılki festivallere bakın, Kürtçe filmler, Kürt filmleri yer almadı. Kürtçe bir film, her tür yarışa geriden başlamak zorunda bırakılıyor. Her dönemde 30-40 uzun metraj filme destek veren bakanlık, temsilen bir veya iki Kürt yönetmene destek veriyor. Festivaller bünyesindeki fonlar da aynı şekilde çalışıyor. Bu iş öyle bir yere vardı ki, Kürt sineması içinden yetişen yönetmenler bile Kürtçe film yapmayı terk etti. Kürtçe film yapmakta direnen Kürt yönetmenler ise yapım aşamasından vizyon aşamasına kadar çaresizliğe sürükleniyor.

Bunlar bire bir yaşadığım vakalar. Bunların dışında, bırakalım sansürü, haklarında ceza davası açılan yönetmen arkadaşlarımız var. %99 engelli raporu olmasına rağmen yönetmen arkadaşımız Çayan Demirel, yönetmenliğini yaptığı Bakur filmi nedeniyle cezaevine konulmaya çalışılıyor.”

Özcan Ateş

Türkçe oynandığında sergilenebiliyor ancak Kürtçe olunca yasaklanıyor

Dünya klasiği bir oyunu Kürtçe sahnelediği için gözaltına alınan ve 3 gün gözaltında kalan tiyatrocu Özcan Ateş, 22 yıllık tiyatroculuğunda maruz kaldığı baskı ve engellemeleri şöyle anlattı: “Mezopotamya Kültür Merkezi’nin 90’lı yıllarda yaptığı oyunları ve gösterileri sürekli takip ediyordum. O dönemde sahnede bile gözaltına alınan sanatçılar, baskılar ve yasaklamalarla karşılaşıyorlardı. 2002 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda göreve başladığım yıllar, bir yumuşama dönemiydi. 2000 sonrasında başlatılan iki dilli sanat çalışmaları 2016’ya kadar önemli bir aşamaya geldi ve kendi kitlesini oluşturdu. Ancak kayyum yönetimi geldiğinde, bu çalışmalar sonlandırıldı. İlk icraatları kültür ve sanat alanına müdahale etmek oldu; iki dilli tüm çalışmalar durduruldu. Ben de o dönemde, 35 tiyatrocu arkadaşımla birlikte sözleşmeli olarak çalışıyordum ve işten çıkarıldım. Sonrasında görevden alınan arkadaşlarımızla bir araya gelerek Amed Şehir Tiyatrosu’nu kurduk ve çalışmalarımıza bugün de devam ediyoruz. 2017 sonrası tiyatro alanında ciddi yasaklamalarla karşılaştık. Mardin’de birkaç defa oyunlarımız yasaklandı, Adana, Mersin ve İstanbul’da da oyunlarımız çeşitli gerekçelerle yasaklandı. “Salonun uygun olmadığı” gibi sebepler öne sürüldü. Sadece biz değil, Kürtçe tiyatro yapan birçok grup salon bulamadı ve yasaklamalarla karşılaştı. Kürt tiyatrosunun bir yerlere gelmesinden rahatsızlık duyan ciddi bir zihniyet var, ancak buna karşı büyük bir mücadele de mevcut. Son 4-5 yılda bu baskılar artmış olsa da, birçok grup Kürtçe tiyatro çalışmalarına başladı. Bizler, her Kürt sanatının yükseldiği dönemde baskıların arttığını gördük çünkü bu yasaklamalar, dile yönelik bir yasaklamadır. Yasaklanan pek çok oyun, dünya klasikleri olup, Türkçe oynandığında sergilenebiliyor ancak Kürtçe olunca yasaklanıyor. Öyle bir duruma geldi ki artık Kürtçe yazılara bile tahammül edilmiyor.”

İki yıl önce gerçekleştirilen operasyon kapsamında diğer tiyatrocular ile birlikte gözaltına alınan Özcan Ateş, gözaltı sürecini de şu sözlerle anlatıyor: “Kürt sanatçılara yönelik bir operasyon yapıldı, ben de bu grubun içindeydim. 3 gün gözaltında kaldık. Bir tanığın ifadesine dayandırılarak, dünya klasiği bir oyun üzerinden devletin hedef alındığı, devleti aşağıladığımız gerekçesiyle ifade süreçleriyle karşılaştık. Bu sürecin, bir caydırma politikası olduğunu düşünüyorum. Çünkü yasaklanan hiçbir oyunumuza “propaganda” gerekçesiyle müdahale edilmedi, genellikle bu oyunlar halkın güvenliğini tehlikeye atmakla suçlanıyordu. Ancak bir tiyatro oyunu halkın güvenliğini nasıl tehlikeye sokabilir? Bu, mantık dışı ve keyfi bir müdahaledir. Hükümet, kontrollü bir tiyatro olmasını istiyor.”

 

Dr.Sedat Ulugana

“Bu kitap, geçen yıl İzmir Kitap Fuarı’nda gözaltına alındı”

Kitapları hakkında toplatma kararı çıkarılan tarihçi yazar Dr. Sedat Ulugana, Kürt edebiyatında ne yazdığınızın yasaklamalar ve baskılara maruz kalmanızda belirleyici olduğunu söylüyor. Sıradan bir hikâye ve öğretici olmayan eserler yazıldığında herhangi bir baskıya maruz kalınmadığını belirten Ulugana, durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Kitabınızın Kürt ulusal argümanlarına dair bir şeyler içeriyorsa, belirli bir baskı ve engelleme ile karşılaşmanız olağandır. Kürt edebiyatına biçilen rol, Kürt kimliğinin kültürel bir aksesuar olarak görülmesi gerçeğidir.”

Kendi deneyimleri ve maruz kaldığı engellemelerden de söz eden Ulugana, yaşadığı süreci şöyle anlatıyor: “Zilan Katliamı’nı yazmak istedim. 1930 yılında gerçekleşmiş bir katliamın hikayesi. Bu kitabın basılması aşamasında, 2011’de Van Erçiş’te büyük zorluklar yaşadık. Dağıtım ve yayılma aşaması ise baskı altında geçti. Bir polis, açıkça Erçiş’i terk etmemi söyledi. Ben bir tarihçi olarak, hafızaya dayalı bu hikâyeyi ortaya koyduğumda, bir provokasyon veya tehlike olarak görüldüm ve müesses nizamın bekçisi olan polisler tarafından tehdit edildim. Daha sonra, Dersim’e yardıma giden Muşlu Hilmi Yıldırım’ı yazdım. Çok da müdahale etmedim; 1935 yılındaki iki fasikülünü olduğu gibi yayınladım. Muşlu Hilmi Yıldırım, kendisini tarihi kaynaklarda Kürdistan Fedaisi olarak tanımlar ve biz de kitapta bu kaynaklardan alıntı yaptık. Alıntı olduğu için tırnak işaretleri içinde de kullandık. Giriş kısmında ise Muşlu Hilmi Yıldırım’ın kim olduğunu yazdım. Bu bilgileri, devlet ve basın arşivlerinden ve Fransız kaynaklarından bulduk. Bu kitap, geçen yıl İzmir Kitap Fuarı’nda gözaltına alındı ve polisin el koymasıyla karşılaştı. Oysaki Muşlu Hilmi Yıldırım bu fasikülleri 1930’lu yıllarda yazmıştı. 80-90 yıl sonra, 2024’te, bu kitap polis tarafından gözaltına alındı. Mahkeme kararı olmadan, polislerin takıldığı konu Kürdistan Fedaisi kelimesi veya Seyit Rıza’ya dair bölümlerdi. Çünkü bu kitap, devletin kullanılabilirlik argümanlarına ters düşen bir kitaptır. Seyit Rıza’nın kardeşi Şeyh Abdürrahim ve Cemile Seyda’nın (Şeyh Said’in müridi) Dersim’e yardımından bahsediliyor. Yardıma gidenler ise Sünni Kürtlerdi, bu nedenle Neo-Kemalistlere karşı kullanılabilecek argümanları içermiyordu. Neo-Kemalist kesimler, Dersim Katliamı’nı devletin argümanı olarak kullanırken, Zilan Katliamı ve Muşlu Hilmi Yıldırım henüz bu kadar işlevsel değildir.”

 

Bu haber Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği(MLSA), GazeteMLSA projesinin 7.Sayısı kapsamında hazırlanmıştır.

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site by Uzman Tescil webmaster