Ana Sayfa Politika 15 Nisan 2024 132 Görüntüleme

Sezai Temelli: 17 Nisan’da Sincan’da Kobanî Kumpas Davasını mahkum edelim

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Grup Başkanvekili Sezai Temelli Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Temelli, “Bu iddianame yok hükmündedir, bu mütalaa yok hükmündedir. Biz bu mütalaayı da bu davayı da kabul etmiyoruz. Kabul etmediğimizi 17 Nisan günü sabah 10:00’da Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde buluşarak, tüm gücümüzle tepkimizi ortaya koyarak hep birlikte göstereceğiz” dedi. 

Bu dönemin en önemli özelliği kayyımların yarattığı tahribatları ortadan kaldırmak olacağını ifade eden Sezai Temelli şu ifadeleri kullandı;

“Yerellerde yeni bir dönemi, toplumcu belediyeciliğin çok önemli izler bırakacağı bir dönemi, halkımızla beraber yeni bir yerel yönetim anlayışını hep birlikte hayata geçireceğiz. Bu dönemin en önemli özelliği her şeyden önce kayyımların yarattığı tahribatları ortadan kaldırmak, halkın beklediği hizmetleri yerine getirmek ve doğrudan demokrasinin gereklerini hayata geçirmek olacak. 

Yerel seçimler öncesi ve sonrası artık Türkiye çok farklı bir siyasi zemine oturmuştur. Ancak 31 Mart yerel seçimleri üzerine de konuşulacak çok konu vardır. Bu konuların başında da yerel seçim süreci boyunca yaşamış olduğumuz seçim hileleri ve seçim yolsuzlukları gelmektedir. Bildiğiniz gibi seçimlere aylar kala seçmen kütüklerindeki yolsuzlukları teşhir etmiş ve bunlarla ilgili başvurularda bulunmuştuk. Kürt coğrafyasında tespit ettiğimiz rakam 55 bini buluyordu. Bu 55 bin kişi ile ilgili itirazlarımızı yaptık ama maalesef sadece 250 kişinin itirazı karşılık buldu. Yaklaşık 55 bin kişinin oy kullanmasında Yüksek Seçim Kurulu (YSK) bir engel bulmadı. 

AKP’nin seçim hilelerine rağmen çok büyük bir başarıya imza attık 

YSK’nın bu kararı sonucu 31 Mart’ta sandıklara gittiğimizde neyi gördük? Özellikle Şırnak örneğinde olduğu gibi, seçim sonuçlarının nasıl belirlendiğine dair önemli bir fotoğraf karşımıza çıktı. Seçimlere “Genelkurmay Partisi” de girmiş meğer! Dolayısıyla seçimleri garnizonda çavuş seçimleri gibi anlayan zihniyet Şırnak’ta belediye başkanı seçtiğini sanıyor. Şırnak Belediye Başkanı Şırnak’ta hiçbir meşrutiyete sahip değildir, Şırnak sokaklarında dolaşamaz. Olsa olsa Şırnak’ta garnizonun içinde dolaşır. Olsa olsa Şırnak’ta o garnizonun çavuşu olur, Şırnak Belediye Başkanı olamaz. Bu tür yolsuzlukları Bitlis’te, Kars’ta ve birçok ilçemizde yaşadık. Ve şunu anladık ki bölgede tabela partisine dönüşmüş olan AKP’nin tutunacak tek dalı askerdir, polistir, JÖH’tür, PÖH’tür. AKP’nin başka da tutunacak dalı kalmamıştır. Tüm bunlara rağmen birçok yerde çok büyük bir başarıya imza attık. Şırnak özelinde olduğu gibi, bu tür hilelerin ve yolsuzlukların olduğu her yerde hak mücadelemize devam edeceğiz. Bu seçimlerin yenilenmesi gerekir. Çünkü bu tür taşıma askerlerle alınmış seçimlerin halk nezdinde de siyasette de hiçbir karşılığı olamaz.

Yerel demokrasi güçlendiği sürece siyasi krizleri sonlandırmak mümkündür

Meclis’te bununla ilgili araştırma önergeleri vereceğiz. Meclis bu konuda inisiyatif almak zorundadır. Bu bir meşruiyet krizidir, sorunudur. Yerel demokrasiden yoksun kalmış bir ülkenin nerelere sürüklendiğini geçtiğimiz 5 yılda çok iyi yaşadık ve anladık. Yerel demokrasi güçlendiği sürece siyasi krizleri sonlandırmak mümkün. Yerel demokrasi güçlendiği sürece çoklu krizleri sonlandırmak mümkün. Ama siz bırakın yerel krizleri çözmeyi ve demokrasiyi güçlendirmeyi, krizlerin üzerine benzin dökerek yol almaya çalışırsanız Türkiye’de demokrasi adına adım atmanız mümkün olamaz, olmamıştır da. Geçmiş deneyim bunu göstermiştir. Bu tür yöntemlerde ısrar etmenin bir yararı yoktur.

Hilvan’da kazandığımız seçim AKP’lilerin oyları yakması sonrası elimizden alınmaya çalışıldı

Önümüzdeki dönemde Meclis öncelikle bu tür uygulamalara son verecek adımlar atmalıdır. Gerekirse Şırnak, Bitlis ve Kars’ta seçimler yenilenmelidir. Bakın Hilvan’da seçimlerin yenilenmesi bile bizim aleyhimize bir yerden kurgulanmıştır. Biz Hilvan’da seçimleri kazandık ama AKP’li belediye meclis üyelerinin oyları yakması sonrası, kazandığımız seçim elimizden alınmaya çalışılmıştır. YSK mecbur kalmış ve seçimleri yenileme kararı vermiştir. YSK tüm bu delillerin ışığında kararları gözden geçirmeli, Meclis iradesini ortaya koymalı ve Şırnak, Bitlis ve Kars ile benzer durumdaki ilçelerde seçimler bir an önce yenilenmelidir. 

Meclis 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkan tabloyu dikkate almak zorundadır 

Yerel seçimler, yerel siyaseti etkilediği kadar genel siyaseti de etkileyecektir. Bundan sonra önümüzdeki dönemde artık hiçbir şey 31 Mart seçimlerinin öncesindeki gibi devam etmeyecektir. Mayıs seçimlerinin sonucuna göre biçimlenmiş Meclis 31 Mart seçimlerini dikkate almak zorundadır. Meclis ancak 31 Mart’ta ortaya çıkan siyasi tabloyu dikkate alarak sağlıklı çalışmaları hayata geçirebilir. Bu tabloyu dikkate almayanlar, hala eski ajandalarında ısrar edenler, ülkeye zoru ve şiddeti dayatanlar bu yolun yol olmadığını 31 Mart’ta halkın iradesiyle gördüler. Şimdi bundan ders çıkarma zamanıdır. Meclis bu dersi mutlaka çıkarmalıdır. Meclis, Türkiye’nin hukuk ve demokrasi içinde çalışan bir mekanizmaya kavuşması için üzerine düşen sorumluluğu mutlaka almalıdır. Biz bunları savunurken, mücadelesini verirken; iktidar ortakları 31 Mart seçimlerden önce olduğu gibi savaşı çağrıştıran, ayrımcılığı en önemli siyasi söylemi olarak kullanan bir dille karşımıza çıkmaya devam ediyor. Sandığa bile laf söyleyebilecek hale gelmiş bir iktidar anlayışı ile karşı karşıyayız. Zaten sandık kırık dökük bir hale gelmiş durumda. Her türlü hile ve yolsuzluğu yapmanıza rağmen o sandık hala size demokrasi dersi veriyorsa, o sandıktan çıkan sonuçlara saygı göstermek zorundasınız. Sandığın sonuçlarını yok sayarak ayakta durmanız mümkün olamaz, olmayacaktır da.

Ortadoğu’da rejimlerin yarattığı savaş ikliminin mağdurları halklardır 

Savaş Ortadoğu’yu sarıp sarmalamaya, derin acılar bırakmaya devam ediyor. İran ile İsrail arasında yaşanan kriz, son yaşanan savaş görüntüleri aslında daha da büyük bir savaşın kapımızın eşiğinde olduğunu bize gösteriyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve buna karşılık İran’ın göstermiş olduğu tepkiler, iki devletin birbiriyle savaş üzerinden giriştikleri bu ilişki hiç kuşkunuz olmasın ki Ortadoğu halkları adına büyük bir zalimliktir, büyük bir zulümdür, büyük bir yıkımdır. Her iki devlet de baskıcı, otoriter, faşizan rejimlere sahip devletlerdir. Kendi halklarına zulüm yapmaktan geri kalmayan, Filistin halkına zulüm yapmaktan geri kalmayan, İran halkına zulüm yapmaktan geri kalmayan rejimlerdir. Bu rejimlerin yaratmış olduğu kaos ve savaş ikliminin mağdurları da kuşkusuz Ortadoğu halklarıdır. 

Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit acilen sonlandırılmalıdır

Ve savaş deyince tabii Kürt sorunu tartışmasız olarak karşınıza çıkıyor. Kürt sorununun demokratik çözümünden kaçan ve savaş senaryoları içinde sürekli Ortadoğu’da dolaşan bir diplomasi anlayışını, bir Dışişleri Bakanını, bir Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanını, bir Savunma Bakanını izledik. Hala savaştan medet uman bu anlayış şimdi de bütün bu Ortadoğu’daki yangına adeta körükle yaklaşmaktadır. Oysa Kürt sorununun demokratik çözümü mümkün olabilseydi, Rojava statüsüne kavuşmuş olsaydı, Kuzey Irak’ta federe Kürt Devleti özerkliğini çok daha sağlam zeminlere oturtmuş olsaydı, bugün Gazze halkının başına bunlar gelmeyecekti, bugün Ortadoğu çok daha büyük acılara sürüklenmeyecekti. 

Peki Kürt sorunu nasıl çözülebilir? Kürt sorununda çözüm demokratik bir yöntemle mümkün olabilir. Demokratik çözümden kaçanlar hem Türkiye’yi hem de Ortadoğu’yu hem Filistin halkını hem de diğer halkları aslında bu girdaba sürüklediler. Bu anlamıyla Türkiye Devleti yaşanan bu gelişmelerden sorumludur. Sorumludur, çünkü çözmesi gereken sorunları çözmek yerine sorunları derinleştirmiştir. O yüzden Türkiye’de demokratik bir girişim ve barışçıl girişim Kürt sorununun çözümünün önünü açmaktan geçiyor. Bunun da adımı kuşkusuz tecridin sonlandırılması. Tecridin sonlandırılması bu anlamda atılabilecek en güçlü, en önemli adım. Artık bu konuda Türkiye üzerine düşen sorumluluğun gereğini, yasaların gereğini, hukukun gereğini bir an önce yapmak zorundadır. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit acilen sonlandırılmalıdır.

Ekonomik gidişatın ne denli bir felaket senaryosu içinde geliştiğini izliyoruz

Bildiğiniz gibi bütçe açığı ilk çeyrekte 500 milyar lirayı aşmış durumda. Bu yaklaşık 20 milyar dolar yapıyor. Daha ilk çeyrekte böyle bir rakamla karşı karşıyayız. Dolayısıyla ekonomik gidişatın ne denli bir felaket senaryosu içinde geliştiğini hep birlikte izliyoruz. Bütçe açığının ne denli büyük olacağını aslında bu bütçe yapılırken biliyorduk. Daha da büyüyecek. Çünkü ilk çeyrek rakamı aslında tahmini bütçe açığının yıl sonunda beklenenin çok çok üstüne geçeceğinin habercisidir. 2.6 trilyonluk bir hedef vardı ve bu aşılacak. Bunu bugünden anlıyoruz. Çünkü sağlıklı bir bütçeyi AKP iktidarı yapamadı. Geçmişte olduğu gibi AKP’nin bütçesi savaş bütçesidir, sermaye bütçesidir, talan bütçesidir, yolsuzluk bütçesidir. Böyle bir bütçeyle Türkiye’nin sorunlarını çözmenin mümkün olmayacağını ve bu bütçeyle senenin sonunun gelmeyeceğini daha en başından söyledik. Öyle tahmin ediyoruz ki birkaç aya kalmaz önümüze yine bir ek bütçe gelecektir. Gidişat bunu gösteriyor. Her ne kadar Maliye Bakanı Dünya Bankasından 18 milyarlık kaynak bulduğunu Türkiye’ye müjdelese de bu bir proje kaynağıdır. Önümüzdeki 24-28 dönemi için tahsis edilmiş bir kaynaktır. Krizi atlatacak, istikrarı sağlayacak bir kaynak olmadığını çok iyi biliyoruz. Zaten Dünya Bankasından, IMF’den, Dünya Ticaret Örgütünden gelecek hayır asla Türkiye halklarının yararına olmaz. Sermaye lehine ancak bir gelişme sağlar.

Türkiye’nin borcu 500 milyar doları aşmış durumda

Sermaye sahipleri ve zenginler servetlerine servet katarlar, varsıllıklarını her geçen gün büyütürler ama Dünya Bankasından ne zaman kredi gelse işsizlik artar, yolsuzluk ve yoksulluk artar, ülke daha çok borçlanır. Bugün Türkiye’nin borcu 500 milyar doları aşmış durumdadır. Kur Korumalı Mevduatı ve yurt içi döviz borçlarını katarsak bu rakam 633 milyar dolara ulaşmış durumdadır. Sadece turizm gelirlerinin tümünü cari açığı kapattığı bir ortamda bile Türkiye’nin bir yıllık kısa vadeli borç çevriminin 226 milyar dolar olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu kaynak nereden bulunacak? Bu kaynağı bulmak için de Merkez Bankası Başkanı asgari ücretin yılda sadece bir kez artırılmasını istiyor, Hazine ve Maliye Bakanı emeklilere daha fazla zam yapılmasın istiyor. İnsanlar sefalet ücretleriyle yaşıyorlar ama hem Hazine Bakanı hem Merkez Bankası Başkanı bu krizden çıkışın yolunu emekçilerin ve yoksul halkın boğazını sıkmakta görüyor. Ne yapıyorlar? Enflasyonist baskıyı artıyorlar. TÜİK her ne kadar saklamaya çalışsa da yıllık enflasyon yüzde 140’a ulaşmış durumda. Buna hissedilen diyor. Hissedilmeyen yüzde 70 olarak açıklıyor ama hissedilenin yüzde 140’a ulaştığını biliyoruz. Borçlar artıyor, borçlar arttıkça insanların borç faizi yükü artıyor. Nasıl mı? Tüketici kredi faizi, kredi kartı faizleri artırılarak. Oysa zor geçinen insanlar kredi kartları ile ayakta durmaya çalışırken, neşter nereye vurulmalıdır? Sermayeye kaynak aktarmak yerine neşter sermayeyi, serveti ve rantı vergilemeye vurulmalıdır. Bunlar yapılmadığı sürece ekonomik istikrara kavuşmak mümkün olmayacaktır.  

17 Nisan’da Sincan’da Kobanî Kumpas Davasını mahkum edelim 

17 Nisan’da Kobanî Kumpas Davasının karar duruşması var. Aslında buna bir dava demek hukuka ihanet olur, tam bir kumpas vakasıyla karşı karşıyayız. Biliyorsunuz bu mahkemenin ilk yargıcı bir çete mensubu çıktı. Bu iddianamenin nasıl ve kimin eliyle hazırlandığını, 15 Temmuz sürecine dönüp baktığınızda çok iyi anlarsınız. Dolayısıyla bu kumpasa alet olanlar şimdi de partimize, eş genel başkanlarımıza ağır bir cezanın çıkması için her türlü kamuoyu baskısı yaratmakla meşgul. Oysa eş genel başkanlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak ve davada yargılanan diğer arkadaşlarımız iddianameyi paramparça etmişlerdir. Onlar bu hukuksuz düzeni, bu yasa dışı düzeni yargılamışlardır. Dolayısıyla bu dava yok hükmündedir, bu iddianame yok hükmündedir, bu mütalaa yok hükmündedir. Biz bu mütalaayı da bu davayı da kabul etmiyoruz. Kabul etmediğimizi 17 Nisan günü sabah 10:00’da Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde buluşarak, tüm gücümüzle tepkimizi ortaya koyarak hep birlikte göstereceğiz. Buradan tüm kamuoyuna, tüm sivil toplum örgütlerine, sendikalara, emek ve meslek örgütlerine, demokratik kitle örgütlerine ve duyarlı olan tüm demokrat kamuoyuna çağrı yapmak istiyorum; gelin Sincan’a “Kobanî Kumpas Davası” dediğimiz bu kumpası hep birlikte mahkum edelim ve bu kumpasa son verelim”

 

(Haber Merkezi)

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site by Uzman Tescil webmaster